Samanta Schweblin, tekinsiz evrenler, mekanlar ve ilişkiler kurgulayan bir yazar. Güvensiz ve zayıf iletişim kurulan bulanık zamanların anlatıcısı Schweblin, öykülerinde ve romanlarında hesapsızlıklara veya her şeyin hesaplanmak istenmesine, kötü olasılıklara ve aklını kaybetme noktasına gelenlere dair hikayelerle çıkmıştı karşımıza. Başka bir deyişle, kişi ve toplum bağlantısı kurarak, akıl oyunları ve sürüklenişler inşa ederek, “normal” ya da sıradan sayılanları eşeleyerek yol alan yazar, günümüzün temel sorunlarına uzak durmuyor.
İştahlı kapitalizmin hem insanları hem de toplumu daha açgözlü ve ahlakın etrafından dolanır hale getirmesi Schweblin’in üzerinde durduğu meselelerden.
Akışkan dünyada “her şey yapılabilir” şiarıyla kişilerin sınır bilmez ve mesafe tanımaz eylemlerde bulunmasını satır aralarında eleştiren bir yazar olarak karşımıza çıkan Schweblin, gözümüzün önündeki gerçekleri görmeyi engelleyen perdelerin, hırsların, takıntıların ve hastalıkların yanı sıra hakikat ve hakikat olmayan arasındaki belli belirsiz çizgiye dikkat çekiyor.
Schweblin, ‘Kentukiler’de hem o çizgiye getiriyor okuru hem de zamanımızın gözetleme ve görünme hastalığına mahremiyet, sınır ve kimlik gibi hayati meseleler bağlamında eğilirken insan-teknoloji ilişkisini merkeze alarak sanal-gerçek arasındaki geçişkenliği hatırlatıyor.
İNSAN OLMAK VEYA KENTUKİYE DÖNÜŞMEK
Schweblin’in anlattığı hikayenin merkezinde bir oyuncak var: Gözlerine yerleştirilmiş kamera ve tabanındaki tekerleklerle hareket eden, pandaya benzeyen Kentuki isimli bir peluş. Adeta bir salgın misali kapışılan Kentuki, satın alanın kimliğini bilmediği bir başkası tarafından yönlendiriliyor. Böylece sütre gerisinden bir takip ve gözetleme söz konusu. Bazı anlarda ise teşhircilik. Kısacası tehlikeli olduğu kadar merak uyandıran; görünmenin, gözetlemenin ve gizemin birbirine karıştığı bir oyun bu.
Kentukilerle ilişki kuran ya da onlar aracılığıyla başkalarını gözetlemeye girişen pek çok insanın yer aldığı bu hikayede her birimiz hem izlenen hem de izleyen olarak romanın içindeyiz. Tıpkı günlük yaşamımızdaki gibi. Hemen her anımızın kayıt altına alınışına ve gözlenişine bir sorununa gönderme yapıyor yazar. Bazıları için bu durumun sıradan hale geldiğini ve önemsenmediğini de sezdiriyor elbette.
Kentukiler ve onlara kumanda edenler, içinden çıkılması zor ve gittikçe daralan çember misali tehlikeli bir oyunun ortasında buluyor kendisini. Oyuncağın kamerasıyla kaydedilen, ücret karşılığında iletilen, saklanan ve kullanılan görüntülerin varlığı bu oyunun en önemli tarafı. Diğer tarafta ise kentukinin bir komutan gibi verdiği talimatlarla kişileri yönetimi var.
Schweblin’in anlattığı kentuki hikayelerinin özünde, insanın gerçek ve sanal arasındaki geçişkenliği, görme yetisini kaybedişinin yanı sıra karşısındakine davranışlarının ahlaki ve vicdani boyutunu belirleyen sınır aşımı bulunuyor. Dolayısıyla insan olmak veya kentukiye dönüşmek arasındaki bulanık noktada duranlarla buluşturuyor bizi yazar: Oyuncağın kurmaya çalıştığı düzene uymaya teşne kişiler, otomatikleşerek talimatları yerine getirdiği gibi alışkanlıklarından ve benliğinden vazgeçebiliyor. Kentukilerle ilgili şüpheye düşenler de çıkabiliyor elbette: “Kızın üzerine sabitlenmiş gözleri kırpışıyordu. Neyse ki konuşmuyordu. Bunun üreticilerin verdiği doğru bir karar olduğunu düşündü. Ne de olsa bir ‘sahip’ beslediği evcil hayvanın ne düşündüğünü bilmek istemezdi. Gerçi bunun bir tuzak olduğunu fark etti derhal. O söz konusu diğer kullanıcıyla bağlantıya geçmek, kim olduğunu bulmaya çalışmak insanın kendisi hakkında çok şeyi ele verirdi. Sonuçta kentuki onun hakkında daima daha fazla şeyi bilecekti, burası doğruydu fakat o sahipti, peluşun basit bir evcil hayvandan öteye geçmesine engel olacaktı.”
BİR GÖZETLEME OYUNU
Kentukileri birer yardımcı ve arkadaş olarak görenler var; ilaç saatlerini hatırlatan, günlük işleri planlayan ve kişileri eğlendiren bir aygıt diye niteleyebiliyorlar. Tabii bu aygıtları 7/24 etkin tutmak ve onlara “ilgi” göstermek gerekiyor. Aksi halde kentuki, “görevlerini” yerine getiremiyor ve “sorumluluklarından” uzaklaşıyor. Gözetleme ve talimatlar da gerçekleşemiyor bu durumda.
Kentukileri birer süs eşyası ya da dekoratif malzeme olarak satın alanlar da mevcut; bu oyuncakları sakinleştirici olarak niteleyen ve uyanır uyanmaz onlarla karşılaştığında huzur bulacağını düşünen bir grup insan var. Ancak hangi amaçla alınırsa alınsın, kentukilerin temel işlevinde herhangi bir değişiklik söz konusu değil.
Kentukiler aracılığıyla meydana getirilen gözetleme ve görünme ortamında bir çeşit emir-komuta ya da kölelik sistemi oluşturuluyor. Sahipler, sahibeler, talimatları yerine getirenler, gözetleyenler ve gözetlenenlerle örülü bu “oyun”da özgürlüğünü yitirdiğinin ayırdına varamayanlardan bazıları “kentukilere özgürlük” sloganıyla boy gösteriyor. Herkesin herkesi izlediği ve herkesin herkesin yaşamına karıştığı bir yirminci yüzyıl panoptikonu meydana getiriliyor.
İlk bakışta bir arkadaş, bir oyuncak veya teknolojik bir evcil hayvan gibi görünen kentukiler, bu ambalajdan çok daha fazlası. İnsanların günlük yaşamının neredeyse her anında yer almaları bir tarafa, kişilerin seçme ve eylem özgürlüğünü kısıtlamaya kadar varan bir işleve sahipler. Daha fazlası da var: “Alina kentuki ‘olma’nın daha yoğun bir durum olduğunu geçirdi içinden. Herhangi bir kullanıcı açısından internet ağlarında tamamen anonim olmak azami özgürlük anlamına geldiğine göre -aynı zamanda imkansız bir istekti bu- başka birinin hayatında anonim olmak acaba nasıl bir duyguydu?”
İnsanların kentukilerle kurduğu bağ, özne-nesne ilişkisinden çıkıp “sahip” ve “biri” olma tercihine evriliyor kısa zamanda. Bu da kentuki evrenindeki ve gerçek dünyadaki özgürlüğün yeniden tanımlanmasını gerektirirken hakikat ve sanal arasındaki çizgiyi git gide belirsizleştiriyor.
Teknoloji-insan ilişkisinin rayından çıktığı, sınırların aşıldığı ve kuralların çiğnendiği bir dünya resmeden Schweblin, diğer kitaplarıyla karşılaştırıldığında sayıca fazla tuttuğu karakterleri derinleştiremediğini görüyoruz. Konu anlamında hayli güçlü bir roman olan ‘Kentukiler’de yazar, parça parça öyküleri birleştirerek bir hikaye kotardığı izlenimi uyandırıyor. Dolayısıyla mesele hayli derin ve güncel olmasına rağmen karakterlerin sallanması yazar için şanssızlık.
Kentuki demek robotik gözlemlemenin, kumanda etmenin, talimat vermenin ve insanları yönlendirmenin ete kemiğe bürünüşü demek aynı zamanda. Dünyanın bir ucundaki kişinin, diğerinin yaşamına müdahalesi anlamına geliyor bu. “Kişi” ve “sahip” arasındaki bağın derinliğine ve sığlığına işaret ediyor aynı zamanda. Bir diğer mesele ise “ortalıkta gezinsin diye kentuki almanın evinin anahtarlarını yabancıya teslim etmekten farksız olması.” Kısacası “sahiplerini” her an izlemeye yeltenen ve onları yönlendirenlerin de başkalarını gözetleme aparatı olarak kullandığı kentukilerin mahremiyet sorununa yol açması.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)