CHP eski milletvekili Kemal Anadol, yaklaşan yerel seçimleri ve parti içi demokrasi tartışmalarını kaleme aldı. Anadol, “CHP’de ‘saadet zinciri’ var” dedi. Kemal Anadol yazısında “Bu saadet zinciri ve kısır döngü kırılmadıkça parti içi demokrasinin gerçekleşmesi olanaksızdır” ifadelerini kullandı.
İşte Kemal Anadolu’un o yazısı:
Baştan söyleyeyim; “Parti içi demokrasi” konusunu vurgulayan bu yazı AKP ile ilgili değildir. Bana göre İhvan sosuna bulanmış muhafazakâr bir topluluk olan bu kuruluş bir tarikat ve cemaatler koalisyonudur. Burada biat ve itaat kültürü egemendir. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana kendi içinde oligarşik bir yönetim oluşturan CHP’nin yeniden yapılanmasına dönük öneriler içermektedir. Zira kendi içinde demokrasi olmayan bir partinin ülkeye demokrasi getirmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Bunun da olmazsa olmazı, üyelerin kendi yöneticilerini kendilerinin seçmesidir. Belediye meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili ve en küçük birimden genel başkana kadar… 1973 ve 1977 seçimlerinde delegelerle, 1987’de tüm üyelerle, 2002 ve 2007’de merkez yoklaması ile milletvekili sıfatını kazanmış deneyimli bir siyasetçi olarak kendimde bu hakkı görüyorum. Ayrıca, 10 Haziran 1920 tarihli, “CHP Yeniden Yapılanmalıdır” adlı kitapçığı yayınlayarak çözüm önerilerini başta genel başkan, MYK üyeleri ve bazı örgütlere sunmuş bir CHP’li olarak savlarımı sürdürüyorum.
Genç kuşaklara anımsatırım, 12 Eylül’den önceki Siyasi Partiler Yasasında ana kural adayların yargıç önünde tüm üyelerle belirlenmesiydi. Merkez yoklaması ise özel durumlarda başvurulan bir yöntemdi. Başta CHP ve Adalet Partisi önseçim yaparlardı. Genel merkezlere tanınan kontenjan sayısı yüzde beşi geçemezdi. Onlar da bu haklarını olabildiğince titiz değerlendirirlerdi. CHP’deki Altan Öymen, Hikmet Çetin, Erol Çevikçe, Hasan Esat Işık, Haluk Ülman, Ahmet Taner Kışlalı gibi…
Bu yazdıklarım sizi yanıltmasın, günümüzdeki Siyasal Partiler Yasası da aynı hükümleri taşımaktadır. CHP tüzük ve yönetmelikleri de aynı doğrultudadır. Ancak 12 Eylül sonrası parti yöneticileri ana kuralı istisnaya, istisnayı da ana kurala dönüştürmüşlerdir. Bugün genel merkezler, ayıp olmasın diye bir iki yerde yapılan ön seçimlerden sonra tüm adayları kendileri belirliyorlar. Böylece büyük güç elde ediyor ve genel başkanla çevresinde oligarşik bir yapı oluşuyor. İşte sorunlar da bundan sonra başlıyor.
“BU SAADET ZİNCİRİ KIRILMADIKÇA…”
Akla şu soru geliyor: Genel merkezler neden adayları belirlemeyi kendine tanınmış sürekli bir hak gibi görüyor ve yıllardır bu uygulamayı sürdürüyor? Neden aday adayları Ankara’ya gidip bir MYK (Merkez Yönetim Kurulu) üyesi ile görüşüp beş dakikalığına da olsa kendini tanıtma olanağı arıyor? İnsan onurunu zedeler biçimde genel merkez kapılarında bekliyor ve kuyruk oluşturuyor, günlerce sürünüyor, onlara sözü geçecek bir tanıdık bulmaya çalışıyor? Resmen insan haklarına aykırı bu durum ve çirkin manzaranın sebepleri nelerdir?
Birincisine saadet zinciri adını taktım. Oligarşi önce milletvekili ve belediye başkanını belirliyor. Onlar da bunun karşılığında geniş olanaklarıyla delege seçimlerinden kongreye uzanan bir süreçte kurultay delegelerini belirliyor. Kurultay delegeleri de merkez oligarşini seçiyor! Bu saadet zinciri ve kısır döngü kırılmadıkça parti içi demokrasinin gerçekleşmesi olanaksızdır! Ayrıca şüyuu vukuundan beter dedikodu ve iftiraları da dikkate almak gerekir. Her insanın doğasında olan buyurma zevkini de bir yana atmamak lâzım. Yönetici farkında bile olmaksızın bilinç altına yerleşen “O kadar güçlüyüm ki, kapımın önünde kuyruklar oluşuyor” duygusundan kurtulamıyor! Tek adam rejiminin yaptığı mülâkata karşıyız değil mi? Ama mülâkat yoluyla aday belirlemekten bir türlü vazgeçemiyoruz!
Pekiyi çözüm? Amerika’yı yeniden keşfedecek değiliz elbette. Parti içi demokrasinin olmazsa olmazı sağlıklı bir ön seçimdir. Sağlıklı bir önseçim ise sağlıklı üyelerle gerçekleşir. Sağlıklı üye, aidatını düzenli ödeyen, belirli eğitimden geçen ve sonunda seçme ve seçilme hakkı kazanan belgeli partilidir. Günümüzde bunlara aktif üye deniliyor. Biliyor musunuz? Bugün AB ülkelerindeki ister sosyalist ister muhafazakâr olsun tüm partilerde işleyen mekanizma budur. Nitelikli oldukları için sayıları da fazla değildir. Örneğin iktidardaki İngiltere Muhafazakâr Partisi’nin yeni lider seçimi için 23.07.2019 günü yaklaşık 160 bin üye sandık başına gitmiş, oyların 92.153’ünü alan Boris Johnson Genel Başkan ve Başbakan seçilmiştir. Bakmayın siz elektronik üye kayıtlarına. Milyonlarca üyeye karşın temsilci koyamadığınız on binlerce sandık var! Biliniz ki üye sayısı çoğaldıkça ters orantılı olarak nitelikli üye oluşmaz. Oligarşiler ön seçim yapmamak için “Üyelerimiz sağlıklı değil” gerekçesine sığınıyorlar. Oysa buna kendileri yol açıyorlar!
“ÖN SEÇİM YAPILSAYDI”
Bugün demokrasimiz hastalıklıdır hatta komadadır. Tek adam rejiminde hastamızı yoğun bakıma bile alamıyoruz. CHP’ye tarihsel bir görev düşüyor. Tüm olanaksızlıklara karşın tek adam rejimini yenip iktidarı alma görevi… Ülkemizin su kadar, ekmek kadar demokrasiye ihtiyacı var. Ama önce parti içi demokrasi! 31 Mart 2024 seçimlerine ekonomi yanında demokrasi hedefiyle de gitmeli. Kanımca partimizin güçlü olduğu bölge ve illerde hiç olmazsa örgüt önünde ön seçim yapılsaydı bu hedefe daha çok yaklaşırdık. Ön seçimlerden daha güçlü çıkar, aday belirlemeden doğacak sorunları daha kolay önlerdik.
Artık tek adam rejimiyle mücadele var. Altını çizerek söylüyorum: Ön seçimsiz girdiğimiz bu son seçim olsun!